Yeni Türkiye'nin Burjuvazi Sorunu 10 Ocak 2015]
Yeni Türkiye'nin Burjuvazi Sorunu | Yorum | SETA
Barrington Moore'un meşhur "No bourgeoisie, no democracy" ifadesinde,
(geniş bir girişimci sınıf ve ona dayalı kitle partileri olmadan
demokrasi kurumsallaşmaz), anlamını bulan iş dünyası-demokratik siyaset
ilişkileri, yeni Türkiye'nin inşası sürecinde esaslı bir sorun olarak
önümüzde duruyor.
Geçmişte birçok defa olduğu gibi yine TÜSİAD Başkanı'nın bir çıkışı
vesilesiyle Türkiye siyasetinin devlet ve büyük sermaye arasındaki
ilişkiler açısından yapısal bir uyum sorunu ile karşı karşıya olduğunu
tespit etmek durumundayız. Bu uyum sorununun çok köklü tarihsel,
ideolojik ve pragmatik temelleri bulunuyor.
Cumhuriyet tarihi boyunca TÜSİAD'ın kendisini yegâne temsilcisi
olarak gördüğü büyük çaplı burjuvazinin siyasal tercihleri meselesi
kritik bir sorunsal olma niteliğini korudu. TÜSİAD çevresinde kümelenen
'sanayinin kaptanları' son on yılda sağlanan makroekonomik istikrar ve
yabancı yatırım akışından yararlanıp sermaye birikimlerini arttırdı.
Buna rağmen temel siyasal ve sosyal politikalar konusunda rezervlerini
korumaya devam ettiler. Anadolu'daki KOBİ sermayesini örgütleyip küresel
piyasalarla buluşturan siyasetin dinamizminden rahatsız olmakla
birlikte; ekonomideki orantısız güçlerine dayanarak bir tür 'barışçıl
bir arada yaşama' stratejisini benimsediler.
TÜSİAD'IN MİSYONU
Ancak bu bilinçli strateji, darbe ve ekonomik kriz dönemleri de
dâhil, pek çok kritik konjonktürde ülkenin kaderini belirlemeye alışan
ve 'ben-idraki' sıradan bir sivil toplum kuruluşundan ziyade laik
rejimin kurucu bir unsuruna yaklaşan TÜSİAD'ın elitist, buyurgan
üslubunu terk ettiği anlamına gelmedi. Dolayısıyla muhafazakâr kodlara
sahip siyasal iktidara bir noktaya kadar 'tahammül edip' ekonomik açıdan
büyük kazanımlar elde eden patronlar, hassas siyasal dönemlerde ya da
toplumun kimliğine ve değerlerine dair, milli eğitim politikası gibi,
konularda ani çıkışlar yapmaktan asla geri durmadılar. Zira bunu varlık
sebebi ve doğal bir misyon olarak algıladılar.
Gelinen noktada 'orta gelir tuzağı'nı aşma hedefine yönelik yapısal
dönüşüm reformu hazırlayıp bilgi ekonomisi ve reel ekonomi odaklı bir
sıçrama gerçekleştirmek isteyen siyasi otorite ile el ve kader birliği
yapacak, stratejik işbirliğine girecek büyük çaplı girişimci sınıf
eksikliği gün gibi ortada. Türkiye ekonomisi sayısal olarak KOBİ
ağırlıklı bir ekonomi görülse de; enerji, finans, uluslararası sınai
üretim ve AR-GE gibi kritik alanlardaki önemli yatırımlar belli sayıdaki
büyük holding üzerinden yürüyor. Monopol ya da oligapol piyasa
yapılarının çerçevelediği bu ilişkiler de sözü edilen ekonomik aktörlere
Güney Kore'deki Chaebol'lere benzer yapısalsiyasi bir güç alanı
sunuyor.
KARŞILIKLI GÜVENSİZLİK
AK Parti hükümetlerinin kültürel olarak muhafazakâr, ekonomik olarak
kalkınmacı, dış politikada özerk ve iddialı vizyonu ile 'beyaz
burjuvazi'nin kültürel olarak Batıcılaikçi, ekonomide küresel rekabetten
zekice kaçan, dış politikada ABD-AB çizgisine bağımlı vizyonu birbirine
zıt. Siyasi otorite ile büyük çaplı burjuvazi Türkiye'nin geleceğine,
Türkiye toplumunun gelişim yönüne dair farklı hayaller kuruyor, farklı
planlar yapıyor.
Soğuk savaş ve ithal ikamesi yıllarında devlet-destekli sermaye
birikiminin tadını çıkaran, liberalleşme döneminde denetim açıklarından
faydalanan 'beyaz burjuva' kesiminin çevreden merkeze yönelen AK Parti
gibi hareketler nezdindeki kırık demokrasi karnesi de karşılıklı
güvensizlikleri artırıyor. Hızlı sosyo-ekonomik kalkınma ve yapısal
dönüşüm hedeflerine kilitlenen yeni Türkiye'nin güçlü, yerli, sivil,
küresel anlamda rekabetçi ve siyasi oportunizm yapmayan bir burjuvaziye
şiddetle ihtiyacı olduğu ortada.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder